BODRUM BODRUM

Plan&Çanta İçi
4 Gün Bodrum (26-29.07.2014)
Yol: 190 TL (Kamil Koç)

Harcama: 530 TL

Yaz gelince serçeler gibi kaçışıyoruz ya dört bir yana, işte ben de bu gezimi tüm serçelere ithaf ediyorum. Serçelere ve serçe gibi şen gezginlere…

On yedi senelik okul hayatımı nihayet, Haziran 2014'te keplendirdim. Acilen bir iş bulup boşluğa düşme korkusundan kaçmayı planlarken ablam kolumdan çekip “haydi tatile” dedi. Konu gezmek olunca, inadımdan eser kalmıyor. Yunanistan’dan başlayıp Bozcaada'dan çıkan, "nereye gitsek?" münazaraları sonunda Bodrum’da karar kıldık. 

 Bodrum, 1998
 Öndeki çikolata bücür benim :) 
 
Bodrum’a ilk kez 98 yılında gitmiştim. Çiçekli sokaklar, beyaz sıvalı evler ve buz gibi bir deniz kalmış aklımda… Yol arkadaşlarım ablam, eniştem ve yakın arkadaşları Bener abi çalıştıkları için bayramdan başka seçeneğimiz yoktu. Böylece 25 Temmuz akşamı için, hayatımın uzun seyahatlerinden birine hazırlandım.  
Evden otogara giderken hiç sıkılmadım; E5’te arabasını kenara çekip namaz kılanlar mı dersin, küçücük bagajı tepeleme doldurup eşyaları iple bağlayanlar mı dersin yurdum tatilcilerini izledim.  Bu seferki yol arkadaşlarım en az benim kadar dakik olduklarından tam vaktinde otogardaydık. Otogardaki insan kalabalığından araçlara bekleyecek yer kalmamış.
Bavullu, şapkalı güruhla bir sağa bir sola otobüslere yer açmak için kaçıştık.  Ve sonunda, 23.45 otobüsü trafik nedeniyle Dudullu otogarına gece 2’de görkemli bir giriş yaptı; otogar önüne park etmiş olan cipe güzel bir bindirdi. Otobüsün sürücü koltuğundan ise bir “dede” indi. Güler misin, ağlar mısın, dua mı edersin? Bavulları verip yerleştik.  Meğer bizim dede pek yamanmış, ana yol yerine ara sokakları kullanarak, feribota 20.30 otobüsüyle aynı anda çıktı!
Yeri gelmişken söyleyeyim, otobüs yolculuklarını severim. Gecenin bir yarısı durulan mola yerinde rengi koyulaşsın diye içine katılan karbonattan ötürü tadı acıyan çayı içmek, şansına göre lezzeti değişen tostu kemirmek hoşuma gider. Hep de aklıma Yılmaz Erdoğan’ın “Yaşayabilme İhtimali” şiiri düşer;


“Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim,
çocuk olmaktan..

Ve beslenme çantamda

otlu peynir kokusuydu babam...”


Dede, korktuğumuz gibi çıkmadı, güvenli bir yolculuk geçirip gün ışıdığında verilen kısa molada ilk gezi fotoğrafımızı çekildik.
Ablam, Eniştem ve Ben...
Bacaklarımız açılsın diye yürürken sevimli bir süprizle karşılaştık. Bir serçe yavrusu muhtemelen yuvasından düşmüş, kendisini görmeyen yayalardan yürüyerek kaçmaya çalışıyordu. Biraz sevip sakinleştirdikten sonra başka serçelerin onu görebileceği daha sakin bir yere bıraktık.

Bir sonraki mola yerimiz ise Susurluk'tu. Kahvaltı için bol kaşarlı bir tost ve meşhur Susurluk ayranından söyledim(7,5TL). Bu ayranın diğerlerinden farkı daha ekşi ve az tuzlu olması.

















Tesisteki kitaplarda indirim varmış. Hakan Günday ile tanışma vakti geldi deyip kendisinin “Az” adlı kitabını aldım(10TL).  Güçlü ve akıcı bir dili var; ama ayna nöronları son hız çalışan biri olarak gerek romanın konusu gerekse ele alış tarzı sebebiyle tatil yolunda bunalıma girdim. Bitmesine çok az kala, dayanamayıp çantanın derinliklerine gönderdim.
En uzun seyahatim Mardin’den İstanbul’a yirmi üç saatte döndüğüm otobüs yolculuğu. Bodrum ise on iki buçuk saat ile ikinci sırayı kaptı.

 Sonunda beyaz evleri görüp Gümbet’teki otele vardığımızda saat 15.00’ı geçiyordu. Odaları yan yana ayarlamamışlar. Biz ablamla ikinci kata çıkarken eniştemler zemin katta bir odaya yerleştirildiler.


Yatak çarşaflarının buruşuk gözükmesi odanın pis olduğu izlenimini yarattı; ama ablam temiz kokuyor deyince çok üzerinde durmadım. Oyalanmadan, eşyaları bırakıp otele yürüme mesafesindeki kumsala attık kendimizi. 


Gümbet sahilde deniz güzel, şezlonglar ise ücretsiz. Ancak otel görevlileri saat 5’ten sonra şezlongların halka kapandığını söyledi. Yana yakıla oturacak yer aramaya başlamıştık ki otel müşterilerinden bir teyze “İnanmayın, istediğiniz yere oturun. Öyle saçmalık mı olur çocuklar? Biz de oturuyoruz. Sakın ha para da vermeyin.” dedi. Biz de öyle yaptık. Denize girerken tepedeki hüzünlü yel değirmenleri gözüme ilişti.. 1970'li yıllara kadar işler haldeki değirmenler, kendilerine ihtiyaç kalmadığında tahrip edici alkol şişeleri ve ilan-ı aşk yazılarına terk edilmişler. Değirmenlere kadar giden taşıt var mı bilmiyorum; ama Gümbet minibüsleriyle belli bir mesafeye kadar gidip kalan tepeyi tırmanmak mümkün diye duydum. Terk edilmiş değirmenler yol arkadaşlarıma cazip gelmediğinden tepeye tırmanmayı gelecek sefere erteledim...


Hayatımın en çetin tecrübeleriyle yüzleştiğim oldukça yorucu bir seneden sonra deniz, deyim yerindeyse ilaç gibi geldi.   
Gözlüklerimi yeni aldım. Daha doğrusu gözlük Steampunk esintisiyle beni benden aldı!




Saç boyamı soran çok oluyor. Yola çıkmadan bir gün önce saçıma Manic Panic ile cila atmıştım( Hot Hot Pink& Rock'n Roll Red). Kızıl saç bencildir, "ya ben ya beyaz havlun/T-shirtün/yastığın" der. İşte bunun önüne geçebilmek için boyadan sonra sirkeli suyla renk sabitleme yapılır. Ben de bunu yaptım ve gönül rahatlığıyla denize atladım.

Tuzlu suyu yiyen saçlarım pembe pembe akmaya başlamasın mı! Alnım, boynum, omuzlarım... Sudan Hazal yerine pembe panter çıktı. Belli aralıklarla yüzümü silip pembe gerçeği görmezden geldim. İlerleyen günlerde ise kalıcı çözüm için beyaz saç bandanamı feda ettim.

Saat yedi civarı, biz toparlanırken kumsaldaki şezlongların bir kısmı çoktan kaldırılmış, yerlerine yemek masaları konulmuştu.





Otelde üstümüzü değiştirdikten sonra akşam yemeğini merkezde yemeye karar verdik.
Bodrum evleri tam da hatırımdaki gibi; hem sade hem renkli...İnsanın kaotik şehre dönesi kaçıyor.
Ne yesek diye bakınırken "sebzeli döner" yazısı ilişti gözüme. Meğer sebzeli döneriyle 
"Bodrum Şirin" çok meşhurmuş. 



Bir tombik bir soğuk çay istedim(10 TL). Sebzeli döneri klasik dönere göre çok daha doyurucu ve lezzetli buldum. Kendine dair izler bırakmayı seven biri olarak, masaya bırakılmış notlar da beni ayrıca keyiflendirdi. Yanımızda kalem olmadığından, mekan da çok yoğun olduğundan not yazmadan kalktık.



Platonik aşıkları masada terk edip rengarenk bileklikler bulma umuduyla dükkanlara bakına bakına, kasasında uzun bir kuyrukla bizi bekleyen, sahildeki Bitez Dondurmacısı’na yürüdük. Kuyruktan kaçmak için üst kata çıkıp masadan sipariş verdik. En az dört top söyleniyormuş (8 TL). Ben bal badem, karadut, şeftali ve damla sakızı istedim. Bal bademin içindeki badem parçacıkları hoş olsa da Bitez dondurmasını beğendiğimi söyleyemem. Bana tatsız geldi.
Hala fark etmeyen varsa, “dondurmanın üzerine hadi bir de nargile patlatalım.” dememize şaşırmasın diye not düşeyim; yemeği seven bir gezi grubu söz konusu bu sefer. Yani sadece gözünüze değil midenize de hitap eden bir geziyle karşı karşıyasınız...
Nargileci bakınırken, Bitez ile aynı sırada,limanda “Hevse” adlı bir mekan keşfettik. 



Tavandan sarkan lambaları mı desem, kırmızı buz dolabını mı yoksa üst kattaki yaratıcı dekorları mı? Bir deneyelim diye söylediğim kavunlu limonata beni benden aldı! Servis bardaklarını(şişeler) alıp götüresim geldi.



Nargile için 30 TL; rengarenk, meyveli limonatalar için ise 10TL bedel biçmişler. Ayrıca mekanın her köşesinin "Bodrum Hatırası" fotoğrafları çekilmek için birebir olduğunu eklemeliyim.








Yedik içtik, fotoğraflarımızı da çekip otelimizin yolunu tuttuk. Malum, erken kalkacağız!

II. Gün

Sabah kahvaltısında bizden ve otelin iki görevlisinden başka kimse yoktu. Açık büfe; başarısız bir kahvaltı tabağı, bayat ekmek ve çay vadediyordu. Bu oteli daha önce Bener abi çok memnun kaldığı için seçmiştik. Meğer el değiştirmiş. Yeni gelenler yatırım yapmayı bırak, var olan hizmet kalitesini de yerle bir etmişler. Bir şeyler atıştırıp Ortakent Yahşi Plajı’na gidelim dedik. Gümbetten Ortakent’e direkt giden araç olmadığından merkezden aktarma yapmamız gerekti. Yolculuk bir saat sürdü. Bu arada Gümbet’ten merkeze 3TL, merkezden Ortakent’e  ise 4,5 TL tuttu minibüs. Şehir içi ulaşım masrafından kurtarıp zamandan kazanmak için konaklamayı merkezde ya da sık gidilecek plajda ayarlamak daha mantıklı diye düşünüyorum.

Ablamlar daha önce Bodrum’a geldiklerinde buzlu kap içinde biraların servis edildiği bir mekanda oturmuşlar, hoşlarına gitmiş. Aynı yeri aradık, bulduk. “Joker Beach” te şezlonglar ücretsiz; ama şezlong başına 20TL’lik harcama yapma koşulu var. Localarda ise iki yatak bir minder var ve loca başına 50 TL. Hal böyle olunca girer girmez gözümüzün kaldığı locaya yerleştik.



Ortakent cici bir yer, Yahşi'nin denizi kumlu ve temiz...




Joker’in servisi ise başarılıydı. Öğle yemeği için hamburger söylediğimde beklentim oldukça düşük olmasına karşın, krokan ve soğan halkalarıyla zenginleştirilmiş hamburger tabağı gelince pek sevindim.
Yemekleri yedikten hemen sonra yanlış locayı seçtiğimizi fark ettik. Meğer güneş öğleden sonra tamamen bu locanın tepesinde duruyormuş. Kızardık, bir dahakine başkasına otururuz dedik.

Akşama kadar denizde takılıp oradan otele, otelden merkeze geçtik. Köy gözlemesine, gözlemeci teyzelere zaafım var! Bodrum’da da yerim diyordum ki balıkçı ararken Denizciler Derneği’nde gözleme bulduk.Teyzeler hamuru incecik açmışlar, yanına da Bodrum’a özgü “mandalin gazozu” söyledim. Gözlemeyi beğendim, mandalin gazozu ise kötü olmamakla birlikte “olsa da içsem” diyeceğim bir şey değil.




Yemeği bitirdiğimizde, sokaklar iğne atsan yere düşmez bir hale gelmişti. Dar, kalabalık sokaklarda gıdım gıdım yürümeye başladık.










Bodrum’a kadar gelip gece eğlencesine gitmemek olur mu? Olmaz. Önce meşhur Küba ve Fink’e baktık. Küba restaurant ve lounge'tı, Fink ise müzikleriyle beni hiç cezbetmedi. Zaten rezervasyonsuz yer bulunmuyormuş. Hal böyle olunca bir arkadaştan methini duyduğumuz “Kule Rock Bar” a gidelim dedik.
Giriş 30 TL ve fiyata bir yerli/yabancı içki dahil. Vodka-elma söyledim. Elma suyuna iki damla vodka katıp getiren mekanlardan değilmiş neyse ki... Üzerine bir de shot ikramı götürüp  Caprice kokteyl ile parlattım(30TL). Ekşi-tatlı ortalama bir kokteyldi.












Kule Rock Bar, rahatsız edilmeden müzik dinlemek, eğlenmek istiyorsanız önerebileceğim bir mekan. Ayrıca içerideki tablolardan birine vuruldum. Ressamın adını göremediğimden barmane sordum, sağ olsun yazıp verdi. İleride evime asacaklarım arasına yeni bir tablo daha eklendi demiştim; ama bu yazıyı yazarken ismin olduğu kağıdı kaybettiğimi fark ettim. 

Mekanın web sayfasındaki bir fotoğrafta tablo az da olsa görünüyor. (Fotoğraftaki yabancıyı ilkelce sansürledim:)) Eğer ressamın ya da tablonun adını bilen varsa ve iletişime geçerse çok mutlu olurum...


Ertesi sabah meşhur Akyarlar'ı göreceğimiz ve daha da önemlisi yol arkadaşlarımın başı şiştiği için geceyi erken bitirdik. Yüzeceğimiz rüyalara daldık.


Yazının ikinci bölümü pek yakında :)





Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar